Makalenin resmi.

Çürüyen Dünyada Sağlam Pabuç Olmak

Kendimi geliştirmenin ne anlamı var?

Dünyayı değiştirebilir miyiz?

Ülkeyi? Sistemi?

Gözümüzün önünde yaşananlar. Duyduklarımız, gördüklerimiz, şahit olduklarımız… Adaletsizlikler, zulümler, dünya düzenindeki anlamsızlıklar…

Tüm bunlara rağmen kendimizde devam etme gücünü nereden bulacağız? İnsanlar sahte diplomalarla kariyer merdivenlerinin tepelerine tırmanmışken, çürüme ve bozulma etrafımızı sarmışken kendini geliştirmenin ne gibi bir değeri olabilir?

Çürümeden şikayet eden birçok kişi, kendini bu çürümeden ari görüyor. Belki ben bile, bu yazıyı yazarken “çürükler” ve “çürük olmayanlar” olarak ikiye bölüyorum insanları ve kendimi pek tabii ki “çürük olmayanlar” sepetine koyuyorum. Fakat ben, ahlaki olarak her zaman doğru kararlar mı veriyorum? Hep doğru mu hareket ediyorum? Benim “çürükler” sepetine koyduklarım, kendileri hakkında ne düşünüyor? Kötü bir insan, ben kötülük ediyorum diyor mu?

Bazen dizilerde, filmlerde kötü insanları fazla karikatürize ettiklerini görürsünüz. Edebiyatta karakter ve tip ayrımı vardır. Karakter, kendi geçmişi, motivasyonları, kişiliği olan bir kişiyken, tip daha basmakalıp, ne yapacağı, ne düşüneceği belli, davranışları öngörülebilen kişidir. Kötü bir tiplemedir mesela, yalnızca kötülük için kötülük yapar. Bu dizi ve filmlerde karakter gibi görünen ama aslında tip olan elemanlar bize geçmez. Tam da bu sebeple eğlence sektöründe tip kullanmak tercih edilebilir; eğlence vadedilen müşterinin empati yapamayacağı denli bir kötülük konulur karşısına ki izleyici kendini “iyilerle” özdeşleştirsin ve “kötülere” karşı mesafe alsın.

Birinci sınıftayken okulumuzda iki şubenin öğretmeni artık ne sebeple bilmiyorum, kanlı bıçaklı düşmandı. Bu iki şube öğrencilerinin birbirleriyle görüşmesi yasaktı, eğer birileri teneffüste konuşurken yakalanırsa öğretmene şikayet edilirdi ve öğretmen onu sınıfın içinde rencide ederdi, sanıyorum cezalandırırdı. Öğlen aralarında iki sınıfın erkekleri, birbirlerini taşlar, küfürleşir ve kavga ederdi. Ben, onlardan biriyle göz göze gelmekten korkar, onlara doğru bakmamaya çalışırdım. Geriye dönüp baktığımda üzerimizde neredeyse bir sosyal deney yapılmış diyorum. Diğer sınıfı neden sevmediğimizi bilmeden onlardan nefret ederdik. Onlar “kötü”, biz “iyi”ydik. İkinci sınıfa geçtiğimizde bizim öğretmen okuldan ayrılmıştı fakat sınıflar arasındaki düşmanlık sürmeye devam etmişti. Yeni sınıf öğretmenimiz iki sınıfın arasını düzeltmeye epey çabalasa da sanıyorum çok da başarılı olamamıştı.

İkinci sınıfta artık yasak kalkmıştı, kimse artık "öteki" sınıfla konuştuğu için azar işitmiyordu. Ama birbirimize karşı önyargımız olduğu gibi duruyordu. Kime ne zaman güveneceğimizi, kimden uzak duracağımızı birinci sınıfta öğrenmiştik. Fakat bunu kendi deneyimimizle değil, yetişkinlerin gölgesinde şekillenmiş bir ayrışmayla yapmıştık. Gerçekten sınıflardan biri iyi, diğeri kötü müydü? İlkokul çağı, henüz soyut düşünme düzeyine geçilmediği, daha somut düşünme dönemi. Somut düşünen birinin kolayca algılayabileceği bir ikilik bu. Dünyaya, insanlara dair açıklamaları kolaylıkla böylesi bir ikiliğe dayanabilir: “ben ve arkadaşlarım iyi, diğerleri kötü”.

O yüzden, dünyayı, insanları “iyi” ve “kötü” olarak ayırmanın aslında çocuksu bir yanı olduğunu söylediğimde bana kızmayın. Belirsizliği azalttığı için dünyayı daha çekilebilir kılıyor (kötü insanlardan kötülük beklenir, iyi insanlardan iyilik) fakat hakikat bu kadar karikatürize değil.

Hayatınızda kötülük yaptıysanız (ki pekala yapmış olabilirsiniz) bu anlattıklarım size daha anlamlı gelecektir; kendinizi “kötüler” sepetine atmadınız. Sağlıklı bir insandan beklediğimiz de bu olur. Suçluluk duyabilirsiniz, pişmanlık duyabilirsiniz ama bu duyguları duyabilmek de sizi “iyiler” sepetine dahil eder. “Ben kötü bir insanım” gibi bir etiketleme yapmazsınız.

O zaman kim bu kötü insanlar?

Bu yazıyı yazarken çok tereddütlüyüm çünkü bir yandan kötülüğü normalleştirmek istemiyorum ama diğer yandan da kendimi bu kötülük kavramından çokça uzak bir yere koymak istemiyorum. Çünkü biliyorum, ben de pekala toplumun bozulmasının bir parçası olabilirim. İnsan olarak davranışlarımıza gerekçeler bulmakta o kadar mahiriz ki sorgulanabilir davranışlarımızın meşruiyetini bir şekilde sağlıyoruz. Demeye çalıştığım şey, iyi ve kötü insanlar gibi net bir ayrım yapmak ve kendimizi "iyiler" zümresine katmak, yaptığımız kötülükleri görmezden gelmemize, onlara bahaneler bulmamıza sebep olabilir. Ya ben de o çürümenin bir parçasıysam ve o çürümeyi sadece dışarıda aradığım için kendi içimdeki karanlık noktaları görmezden geliyorsam? Bu sorularla yüzleşmek de kişisel gelişime dahil. İyi ve kötü gibi bir ayrım yapmak yerine ilkeler üzerinden hareket etmeyi teklif ediyorum. İlkeler üzerinden hareket edebilmek ise kendini ve sınırlarını bilmekle ve disiplinle mümkün.

Sistemi değiştiremeyeceğimi bildiğim halde okumaya, yazmaya, düşünmeye devam etmemin nedeni, kendimdeki kör noktaları tanımaya çalışmak. Birçok kötülüğün normalleştiği bir çağda, etik bir hassasiyet taşımanın kendisi zaten bir karşı duruş; böylesi bir hassasiyet taşıyabilmek için kendimi bilmem gerekiyor. Dünyayı değiştirmeye gücümüz yetmeyebilir, fakat dünyanın bizi çektiği yere değil de kendi rotamızda devam edebiliyor muyuz? Bu da başlı başına bir güç değil mi? Ben, beni sürükledikleri yere gitmemeyi seçebilmek istiyorum, bu kulağa çok şaşalı gelmiyor, dünyayı, sistemi değiştirmek gibi değil ama ayaklarımın yere sağlam basabilmesi güzel olmaz mıydı?

Sistem, yalnızca kurumlarla değil, insanlar üzerinden işler. İnsanlar razı oldukça, sustukça, kendilerini sorgulamayı unuttukça sistemler işlemez oluyor. Ve insanlar razı olmadığında da bir şeyler değişiyor. Tabii hemen değil. Umudum o ki, zamanla. Biz de kendimizden başlayarak bu değişim için fiili duada bulunuyoruz. Dünyayı değiştiremesek de dünya değiştiğinde ayakları yere basan insanlar gerek. Nasılsa bir şey değiştiremiyoruz diye bırakmak, kendini sistemin insafına bırakmak demek; entropi yasası ne diyor, tüm sistemler bozulmaya doğru gider. Kendini akışa bırakmak, bozulmaya bırakmak anlamına gelebilir.

Emre Ergin tarafından, aşk ile yapılmıştır.