Makalenin resmi.

Kendimizle İlişkimiz

Altı delik bir kova, doldur doldur dolmuyor

Geçen gün sosyal medyada bir video gördüm. Tabiri caizse yerinde duramayan bir kadın, ben neden böyleyim diye bir serzenişte bulunuyor. Çift anadal yapmış, yüksek lisans yapmış, evlenmiş, çocuğu da olmuş ama “boş” duramadığı için şimdi de doktoraya başlamış. Üzerinden biraz zaman geçti, detayları tam hatırlamayabilirim ama bende birçok düşünce uyandırdı. Bu konuya kesinlikle bültende değinmeliyim diye bir ışık yandı kafamda. Belki yine neyi neden yaptığımız konusuyla ilgili ama daha derin bir yanı da var. Eğer burayı tanımlamadan, fark etmeden geçiştirirsek ömür boyu dibi olmayan bir kovayı doldurmaya çalışır dururuz. Ne rutinler oluşturmak, ne başarılara imzalar atmak kurtarır bizi. Dedim ya, dibi olmayan bir kova, doldurmaya çalıştığımız gibi boşalıyor. Onu doldurmaya çalışmak ise tahmin edeceğiniz gibi çok ama çok yorucu.

Bu bülteni takip eden sizleri hayal ediyorum. Hayatınızda bir düzen oturtmak, yarınınızı bugününüzden iyi yapmak, kendinizi geliştirmek istiyorsunuz. Bundan eminim. Ama acaba bu isteğinizin ne kadarı kendinizi geliştirmezseniz kendinize saygı duyamamakla, ne kadarı halihazırda hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissetmekle, ne kadarı kendinizi geliştirdikçe belki bir gün sevilmeye layık olabileceğinizi ummakla, ne kadarı zamanı boş geçirdiğiniz için kendinize hakaret etmekle, ne kadarı hayatta geride kalmış hissetmekle alakalı? İşte bunlar beni korkutuyor. Buraları çözmeden kendini geliştirme furyasına kapılmak, tekrar ediyorum, dibi olmayan bir kovayı doldurmaktan başka bir şey değil. Koşup koşup yorulmak. Tükenmek. Eğer ki öz saygınız buna bağlıysa ufak tökezlemelerin dünyanızı alt üst etmesi işten bile değil. Eğer ki sürekli bir şeyler yapmak için zorundalık hissediyorsanız, durduğunuz yerde vicdan azabı çekiyorsanız, ufak tökezlemelerde kendinize sert çıkışlar yapıyorsanız durun ve sadece bunun farkına varın.

Kendimizle ilişkimizi nasıl düzeltebiliriz?

Bazen hayat sarsa sarsa zorla düzelttirir. Başarıya olan bitmek bilmeyen iştahım (ve tabi ki hiçbir zaman “yeteri kadar” başarılı olamayışım) hayatım boyunca farklı şekiller aldı, kendilik algımı, kontrol edemediğim faktörlerin insafına bırakmak defalarca dünyamı tepetaklak etti. Bir ters bir düz, tekrar terse döndüğünde eskiye de dönemedi. Ben “bir dikiş tutturamadım”. Ya da bu sadece böyle bir histi. Ki eminim ki bu bir histi, çünkü kovam içine ne koyarsam koyayım dolmuyordu. Sonra hayat bana önceliklerimi enine boyuna düşünme fırsatları sundu (bunlar kötü haberler şeklinde gelse de bunun için minnettarım). Artık başarının kendilik algım üzerinde tahakküm kurmasını istemediğimi fark ettim. Ve evet, asıl zor kısım, benim başarı dışında kendilik algımı kurabileceğim başka bir şeylere ihtiyacım vardı.

Öz şefkati, tembellik yapmak, her istediğini yiyip içmek filan sanıyoruz. Benim de bu kelimeyi duyunca tüylerim bir diken diken olmuyor değil. Ama öz şefkat daha ziyade kendine destekleyici bir dost gibi yaklaşmak. Bahaneler bulmak, sana her şey feda demek değil ama bazen kendinizi tartakladığınız noktada dur ya, tamam bugün kitabını okuyamadın ama yarın telafi edersin, herkesin arada kötü günü olabilir diyebilmek. Sen bugün okuyamadığın kitaptan çok daha fazlasısın diyebilmek.

Davranışların sonuçları olur. Şu ara çok fazla istatistikle uğraşıyorum, zihnim de biraz öyle çalışıyor ama bence bu öz şefkat meselesine güzel bir analoji.

X —> Y

Yani X, davranış ve Y, sonuç. Eğer o gün kitabımı okumamışsam, kitap tahlil toplantısına yetiştirememe ihtimalim artıyor. Ama bu benim bir kişi olarak, karakterime dair bir şey söylüyor mu? Ortada X ve Y’den başka bir şey var mı? Olmamalı. Ben bu denklemi yazan kişiyim, denklemin içinde değilim. İşte öz şefkat bu. Davranışımın bir sonucu olduğunu kabul ediyorum (bana ne okumak istemiyorum, canım istemiyor demiyorum) ama kendimi de bundan dolayı denkleme dahil etmiyorum.

Hatalarımı yok saymak demek değil, bu hatalarımın sonuçlarıyla yüzleşebilmek. Çünkü öz şefkat olmadığında hatalarımız bir utanç sarmalıyla çevreliyor bizi, utancımızdan o hatayı nasıl çözebileceğimizi düşünemiyoruz bile. Ama öz şefkat bize analitik bakabilme lüksü veriyor. Ben bu denklemin bir parçası olmadığımda o denkleme dışarıdan bakabiliyorum ve yanlış giden şeyleri görebiliyorum. İçindeyken bunu yapamam.

Velhasılı, sürekli başarı ihtiyacı, verimlilik nutukları çeken sistemin parçası olmayı istemiyorum. Siz başardığınız kadar değerlisiniz inancını pekiştirenlerden biri olmak istemiyorum. Yarınımızı bugünümüzden iyi yapmak, dışarıdan görünen bir şey olmak zorunda değil. Durduğunuzda kötü hissettiğiniz için doktora yapmak zorunda değilsiniz, yemin ederim ki değilsiniz. Kendinizi bu denklemden çıkarın, siz kalemi kağıdı tutuyorsunuz, siz o denklemi yazıyorsunuz.

Bu hafta bu konunun da bence gerektirdiği üzere ödev vermiyorum. Sadece çok çok çok rica ediyorum, kendinizle ilişkinizi nasıl düzeltebileceğiniz üzerine biraz düşünün. Ben tabii bir psikolog olduğum için aklıma hemen terapi geliyor🙂 Ama belki sizin daha yaratıcı çözümleriniz olabilir.

Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

Emre Ergin tarafından, aşk ile yapılmıştır.